Selman-ı Pak Muharebesi
| Selman-ı Pak Muharebesi | |||||||
|---|---|---|---|---|---|---|---|
| Irak Cephesi, I. Dünya Savaşı | |||||||
33°5′19″K 44°35′23″D / 33.08861°K 44.58972°D
| |||||||
| Taraflar | |||||||
|
| |||||||
| Komutanlar ve liderler | |||||||
|
| |||||||
| Çatışan birlikler | |||||||
| 6. (Poona) Hint Tümeni |
35. Tümen 38. Tümen 45. Tümen 51. Tümen (ihtiyat) | ||||||
| Güçler | |||||||
|
12.200 asker, 30 top 46 makineli tüfek 4 gambot |
23.000 asker, 52 top | ||||||
| Kayıplar | |||||||
Selman-ı Pak Muharebesi, I. Dünya Savaşı'nda Kasım 1915'te Selman-ı Pak'ta (bugünkü Tizpon) Britanyalılar ile Osmanlılar arasında Irak Cephesi'nde yapılan bir muharebedir.
Osmanlı Devleti Ekim 1914'te Rus limanlarını bombalayarak savaşa katılmış ve bunun üzerine İngiltere 5 Kasım 1914'te Fao Adası'na asker çıkartarak Irak cephesini açmıştı. Selman-ı Pak'ta sonuç alamayan İngiliz/Hint birlikleri, 3 Aralık'ta Kut'ül Ammare'ye çekildi. Osmanlı ordusu 7 Aralık'ta Kut'ul Amare şehrini kuşattı. Garnizonun teslim olmasıyla 29 Nisan 1916'da taktiksel bir zafer elde edildi. Sağ kalanlar esir olarak Halep'e gönderildi.[1]
Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'na Girişi ve Irak Cephesi'nin Durumu
[değiştir | kaynağı değiştir]Osmanlı Devleti, 1913 yılından önce gerek ekonomik sıkıntı içinde bulunması ve gerekse Balkan Savaşı’ndan yenik çıkması sebebiyle, Irak’a gereken önemi veremedi. Savaş arifesinde Boğazlar, Kafkasya, Suriye-Filistin Cephelerine ağırlık verilmişti. Osmanlı yönetimini elinde bulunduran İttihatçı kadro, “Türk-İslam Birliği’ni gerçekleştirme” fikrini hayata geçirmek için Orta Asya üzerinde kurulması düşünülen nüfuza hizmet edecek cepheleri daha fazla önemsemiştir. Seferberlik ilan edilince, söz konusu bu cephelerin takviye edilmesi için Irak’taki bazı birlikler bile buradan alınmıştı. Savaş öncesinde askeri kuvvet olarak Irak’ta 4. Ordu Müfettişliği’ne bağlı 12. ve 13. kolordular vardı. Seferberlik ilan edilince; 13. Kolordu, 3. Ordu emrine verildi ve bu kolorduda görevlendirilen askerlerin Erzincan’da toplanmaları istendi. 12. Kolordu ise 2. Orduya bağlandı ve Bağdat’da toplanacaktı. Bölükler, sayı ve yapısı i`tibariyle değiştirilmeden Tabur adını aldı. Bu son değişikliğe göre Irak Cephesi’nde; Basra’da üç, Bağdat’ta dört, Musul’da istenilen nitelikte olmasa da iki jandarma taburunun oluşturulması kararlaştırıldı. Gerektiğinde aşiret güçlerinden de yararlanılabileceği ilgililere tebli` edildi. Ordunun silahları güncel teknoloji ile yenilenmediğinden eski ve birbirinden farklı çaptaki silahlar ile tecyiz edilmişti. Eski marka iki top {O.P} ve seri` ateş eden 4 top ile birlikte çoğunluğu IV. Murad zamanından kalan toplam 36 top, 6500 eski model tüfekten ibaretti. Kolordular genelde yerli halktan oluşturulmuş Anadolu'dan çok az asker bulunmaktaydı. Bu askerler iyi eğitilmemiş olup disiplinden uzak durumdaydı. Birliklerde bulunan askerler, nizami harbe alışık olmayıp gayr-ı nizami {gerilla} düzenine yatkındı. Savaş başlayınca, Irak'a ilk komutan olarak gönderilen Süleyman Askeri Bey'in tercih edilmesi, Trablusgarb Savaşı'nda bu yöndeki başarılarının bilinmiş olmasından kaynaklanıyordu.[2]
I. Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine Osmanlı Devleti, Payitaht'ın önemine binaen, Çanakkale'de batı emperyalizmine ve ezeli düşmanı olan Rusya'ya karşı Kafkasya cephelerine ağırlık verdiğinden, savaşın ilk yılında Irak'taki silah gücünü takviye edemedi. Bölgede daha önceden gönderilmiş olan birbirinden farklı çapta ve eski model silahlar, Bağdat, Musul ve Revandûz’da depolanmıştı.[3]
Çanakkale’de olduğu gibi Irak’ta da Osmanlı Devleti’yle savaşacak olan İngiltere, 1903 yılından itibaren İran petrolünü ele geçirip Basra Körfezi çevresinde hakimiyet kurarak bölgede 19. asrın ikinci yarısından itibaren bir nüfuz sahası oluşturmuştu. Körfezdeki ticaretinin güvenliği için, bölge ekonomisinin hakim gücü olan korsanlık ve köle ticaretini yasakladı. Basra Körfezi’nde asayişin temini ve ticaretin artması için güvenlik tedbirleri aldı. Osmanlı Devleti’nden Dicle ve Fırat nehirlerinde gemi işletmesi imtiyazını sağladı. Irak Sahili’ne dökülen bütün nehirlerin ölçüm ve haritalarını çıkardı. İngiltere, 1900 yılının sonlarında Bağdat’ta önemli bir ticaret üssü elde ederek Dicle üzerindeki gemi seferlerinin kontrolünü ele geçirdi. 1910 yılında Basra Körfezi’ndeki ticaretin % 87’si İngiltere’nin elindeydi. Bu durum, Osmanlı Devleti’nin Bağdat’taki egemenlik hakkının tehlikeye düşmesine sebep oldu. 1908’den sonra devlet yönetiminde egemen olan İttihat ve Terakki Cemiyeti mensuplarının delaletiyle, İngiltere’nin bu nüfuzunu kırmak için Berlin-Bağdat Demiryolu Projesi’nin imtiyazı Almanya’ya verilirken; Bağdat, Kerbela, Kazimiye gibi yerlerdeki İngiliz gayrımenkullerine el koydu.[3]
İngiltere, 1911’de Rusya ile işbirliği yapıp İran-Türkiye sınırının yeniden tesbit edilmesi için bir nota vermişti. Bu nota; 1908 yılında Türkiye’ye bırakılan Basra-Ağrı arasındaki hat üzerinde yer alan toprakların sınır problemlerinin çözümüyle ilgili hususların yeniden ele alınmasıyla ilgiliydi. Bu sınır meselesi; Rusya, İngiltere, İran ve Türkiye arasında çözülecekti. Türkiye ile İran arasındaki sınır tesbitinin yeniden belirlenmesi için, 1912 yılında Türkiye-İran Heyeti Tahran’da bir araya gelerek bir protokol imzaladı. Bu protokole göre, konunun halli için “Muhtelit Hudut Komisyonu” kuruldu. Fakat bu komisyonun çalışmalarından bir sonuç elde edilemedi. Osmanlı Devleti, Balkan savaşları krizinden dolayı konuya ağırlık veremeyip münakaşalı olan toprakları Ağustos 1913’de boşalttı. Bir nevi boş kalan bu topraklar, İngiltere’nin 1913’de İran üzerinde hükümran olması üzerine, Türk-İran sınırı da İngiltere’nin menfaatlerine uygun şekilde tek taraflı olarak çizildi.[3]
Osmanlı Devleti’nin Balkan Savaşı’ndaki yenilgisi, Avrupalı ülkeler nezdinde itibarının daha fazla zedelenmesine sebep olduğundan, batı ülkeleriyle işbirliği yapma gücü zayıfladı. Bu boşluk, Bismarck’ın politikaları sebebiyle uzun süredir doğu ülkeleriyle ilgilenmeyen Almanya ile işbirliği yapılarak giderilmeğe çalışıldı. Balkanlardaki ma`lûbiyet, Rusya’nın Doğu ve Güneydoğu’daki Ermeni, Nesturi ve Kürtler ile yakından ilgilenmesinin sonucu olarak “Kürt İsyanları” nın çıkmasına, Ermeni Komitacıları’nın güçlenmesine sebep oldu. İngiltere lehine gelişen bu olaylar, 1912 yılından sonra ittihatçıların önderliğinde İngiliz düşmanlığının artmasına yol açtı. İngiltere bu düşmanlığı önlemek için ittihatçılara karşı Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı kurarak {23 Kasım 1909} siyasi arenada alternatif üretmeğe çalıştı.[3] İttihatçıların muhalifleriyle birlikte hareket eden Hürriyet ve İtilaf Fırkası üyelerinin başarılı çalışmaları neticesinde, Araplar arasında Türk düşmanlığı tohumlarının yeşermesini ve Osmanlı yönetimine karşı genel bir Arap kiyamının zuhûr edebileceği tehlikesini doğurdu. Bu gelişme, İngiltere’nin Basra Körfezi’ne gelmesini hem meşrû` duruma getirdi, hem de kolaylaştırdı.[4]
İngiltere'nin Irak, İran ve Hindistan'da önemli güç konumuna geçmesi karşısında, hammadde kaynaklarına ihtiyaç duyan Almanya kayıtsız kalmadı. Berlin-Bağdat Demiryolu Projesi, Almanya'nın Basra Körfezi'nde bir mevkii elde etmesi için fırsat oldu. Petrolün dışında Alman fabrikalarında işlenecek pamuk, Almanya'da olduğu gibi Avrupa'nın diğer bölgelerinde de yetişmemekteydi. Irak toprakları bu ürün için ideal arazı olduğu düşünülüyordu. İngiltere, Osmanlı Devleti'nin Almanya'ya tanıdığı bu imtiyazdan memnun olmadı. Ancak daha önce İngiltere'ye de Irak'ta petrol arama izni ve Dicle, Fırat nehirlerinde vapur işletme imtiyazı tanınmıştı. Fakat İngiltere aldığı bu imtiyazları, Almanya'nın bölgeye sızmasından daha ön planda olduğunu düşünmemekteydi.[5]
Irak Cephesi'ndeki mücadele, yalnız ekonomik açıdan olmayıp bir tarafta Osmanlı Devleti, diğer tarafta İngiltere'nin başı çektiği itilaf devletlerince yapılan sıradan bir muharebe de değildi. Kuzey ve Doğu Afrika, Balkanlar, Arabistan'dan Pakistan ile Belucistan arasında bulunan Silent Nehri'ne kadar uzanan coğrafyadaki cihad'a karşı yapılan mücadele olarak karşımıza çıkmaktadır. Irak Cephesi'nde Osmanlı Devleti'nin en önemli silahlarından biri Müslümanları cihad çağrışı altında toplamaktı. İttifak devletlerinin cihad çağrısı dışında Osmanlılardan beklediği ikinci siyasi yardım; Afganistan, İran ile işbirliği yapılıp İngiltere'ye karşı üçlü bir blok oluşturmaktı. Bu üçlü blok, İngiltere'yi Irak'tan uzak tutacağı gibi, Hindistan'daki durumunu da zora sokacaktı. Osmanlı Devleti'nin Almanya ile planladığı bu bloka karşı İngiltere, Belucistan ve Afganistan'ın güneyini içine alan toprakları bir eyalet statüsüne getirerek bölgeyi kontrolünde tuttu. Muhtemel Türk-İran-Afganistan blokuna karşı Rusya da Kuzey İran ve Horasan'da ilave yeni tedbirler aldı.[5]
İran, her vesileyle tarafsız olduğunu ilan ederek ülkesinde egemenlik haklarının ihlaliyle ilgili bir gelişme olduğunda, bunu protesto etmekle yetinmekteydi. İran'ın kendini müdafaa edecek gücünün bulunmaması, bu ülke üzerinde Rusya ve İngiltere'nin hem doğrudan hem de himaye ettikleri Ermeni, Nesturi ve Kürt gruplarıyla faaliyette bulunmasını kolaylaştırıyordu. Rusya ve İngiltere'nin İran üzerindeki tasallutuna Almanya da ortak olmaya çalışıp bir kısım olaylarda Türkler ile işbirliği içinde, bazen müstakill olarak askeri ve siyasi alanda yer edinmeğe çalışıyordu.[5]
İran üzerindeki cihad çağrısı, bilhassa Azerbaycan Türkleri tarafından coşkuyla karşılandığından, kısa sürede Ruslara karşı milli teşkilatlar kuruldu. Rusya bu gelişmeleri önlemek için Bedirhanlı, Simko gibi aşiretler ile işbirliği yapıp Nesturi ve Ermenileri kışkırtarak Rus aleyhdarlarına karşı harekete geçirdi. İngiltere, daha savaş başlamadan, işbirliği yaptığı güçlere güven vermek için bir harp gemisini Dicle Nehri'ne sokmuş Güney İran telgraf hatlarını kendi hatları gibi kullanmaya başlamıştı.[5]
İngiltere'yi oldukça düşündüren cihad çağrısı, 14 Kasım 1914 tarihinde gerçekleşti. Bu çağrıya Müslümanların uyması demek, İngiltere'nin Müslüman halktan oluşan en zengin sömürgelerini kaybetmesi demekti. Bu durum, ekonomisinin ana parametrelerini sömürgelerinden elde ettiği gelirlere göre düzenleyen İngiltere'nin çökmesi anlamına geliyordu. İngiltere, 15-16 Teşrin-i evvel 1330 {28-29 Ekim 1914} günü Osmanlı Devleti'ne savaş ilan edince, hemen Arapça bir beyanname hazırlayıp Basra başta olmak üzere diğer Arap şeyhlerine gönderdi. Bu beyanname özetle şöyledir.[6]
“…Almanya, İngiltere’nin menfa`atlerini ortadan kaldırmak için Osmanlı Devleti’ni harbe sokmuştur. İngiltere ve Fransa 60 yıl önce {Kırım Savaşı} Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya karşı himaye etmişti. şimdi ise kendilerini belirsiz bir tehlikeye atarak İngiltere’ye harp açmışlardır… Müslümanları koruyan, onların hamisi iddiasında bulunan Osmanlı Devleti’nin bu tavrının sonunda, İslamların hangi tehlikeler ile karşılaşacaklarını ta`yin etmek umûm şeyhlerin vazifesidir. Müslümanlar ancak Allah’ın hıfz ve himayesine muhtaçtır. … Uzun zamandan beri, Osmanlılar ile Araplar arasındaki bir husûmetin olduğu tarafımızca bilinmektedir. Bu vaziyet, şeyhler için gizli hususlar değildir. Bunların bir kısmı Türk tasallutundan kurtulmak için çalışmaktadırlar, bir kısmı ise Türklere karşı isyan etme fırsatını beklemektedirler.[7]
…Şeyhler bilsinler ki İngiltere Devleti din-i İslam’a katiyyen muhalif değildir. Maksadımız, Arap beldelerinde sulhun te´min edilmesidir. Fırsattan istifade ederek herhangi bir Arap toprağını istila etmeği İngiltere hatırına bile getirmemiştir. Dostluğumuz güçlü olacaktır. Hürriyet ve dininizin himayesi İngiliz Devleti’nin büyük emelidir. İnsanların en önemli değeri olan zati ve dini hürriyetlerinize hiçbir zarar gelmeyecektir. İngiltere’nin emeli, sizin yerlerinizde emin ve sükûnet içinde olmanızdır. İngiltere’nin koruyuculuğundan haberi olmayan bazı cahillerin İngiltere aleyhine faaliyet göstermelerine ma`ni olunmalıdır. Bu cahiller, cihad’a da`vet telkinatına i`tibar etmemelidir…”[7]
İngiltere'nin Irak'ta yaptığı Türk aleyhdarı propaganda öylesine etkili olmuş ki I. Dünya Savaşı’na girme kararı; Meclis-i Mebûsan’ın teşekkülünden {31 Mart 1877} sonra her savaş meclis kararıyla alınırken, bu defa meclis kararı olmadan ittihatçıların iradesiyle gerçekleşmiş olması bile gündemde tutulmuştur. “Arap şeyhleri, çocuklardan oluşan hükûmete i´timat etmemektedir.” “Irak’ta ister Türk, ister İngiltere olsun hepsi esareti çağrıştırmaktadır.” Bu bakış açısı; “Türk taraftarı olmaları halinde zaten esaret altında olduklarını düşündürüyordu.” İngilizleri tercih etmeleri ise bağımsızlık sözü alındığından, geleceğe ümit taşıyordu. Bu tür propagandalar, Araplardan asker teşkilini de zorlaştırmış silah altına alınan Araplar bir vesileyle firar etmenin yollarını aramışlardır. Irak’ta sıkça görülen bu firar olayları neticesinde, Musul Valisi Süleyman Nazif’ten, firar eden Arapların yerine birlik oluşturulması istenmiş Kürtlerden 700 kişi toplayan vali, İngilizler ile savaşılacağını kendilerine söylenmesi üzerine, bunlar da hemen dağılmıştır. Devreye bazı Arap Müctehidleri sokulmak istenmiş ise de “Cihad ancak Müslümanların umûmi kararıyla alınabilir, husûsi cihad olmaz.” denilerek yapılan yardım çağrılarının bir kısmı geri çevrilmiştir.[7]
Osmanlı Devleti, İngilizlerin cihad çağrısını tesirsiz kılmaya çalışması üzerine, bazı tedbirler aldı. Bu tedbirlerin başında, bölgedeki nüfuzlu ulemalardan nasih hey´etleri oluşturularak cihad konusunun halka iyice anlatılması için devreye sokuldu. Necef müctehidlerinden Şeyhü’l-şeria-i İsfihani, Seyyid Mustafa el Kaşani, Seyyid Ali, Damad-ı Tebrizi yanlarına birçok mücahidi alarak Musul’dan Basra’ya gönderilip halk bu yönde irşad edilmeğe çalışıldı. Kerbela Mebusu Abdulmehdi bu olayı İstanbul’a bildirmiştir. Cihad çağrısına Fas Emiri Abdü’l-malik’in bir mektup ile cevap verdiği, Belucistan’da, Güney İran aşiretlerinden olan Kaşkay Türkleri vasıtasıyla beyanname ve fetvalar dağıtıldığı, Belucistan ahalisinin İngilizlere karşı kıyama geçtikleri bildirilmiştir.[8]
İngiltere’nin Osmanlı Devleti’yle yapacağı savaşta, cihad çağrısından korkması hususunda haksız da değildi. Hindistan’ın Rangoon şehrinde Hilal-i Ahmer Cemiyeti (Türk Kızılayı)’nin Reisi Ahmed Molla Davud Efendi, “Gadr Partisi”ni kurmuş ve İngilizler aleyhine neşriyat yapan “Gadr Gazetesi”ni neşretmiştir. Bu siyasi parti önderliğinde Hindistan’da Hint Milliyetçiliği gelişme göstermiştir. İngiltere’nin Singapur’da görevlendirdiği 5. Hint Hafif Piyade Birliği Kasım 1914’de Hong Kong’a kaydırma kararı verilince, bu askerlerin Müslüman Türkler ile savaşması için gönderildiği sözünün yayılması üzerine, birliğin gitmesine karşı çıkmışlardır. Bu olay üzerine Hint ve Malay Müslüman askerler İngilizlere karşı kışkırtılmıştır. 15 Şubat 1915 günü başlayan olaylara 800 Sepoy {Hint askeri} harekete geçmiş sokaklarda ele geçirilen İngilizler sivil, asker demeden öldürülmeğe başlanmıştır. Bu olay bir hafta devam etmiş bu sürede 47 İngiliz askeri ve sivil öldürülmüştür. 20 Şubat’ta Fransız ve Rus donanma birliğine mensup askerler ile İngiliz askerleri takviye edilerek olayın önüne geçilmiştir. Hadise sonunda suçlu bulunan 47 kişi idam, 73 kişi hapsedilmiş, sayısı tesbit edilemeyen bir kısım Müslüman da Avrupa’ya sürülmüştür.[9]
Cihad çağrısı üzerine gelişin bu olaylar münferit olarak değerlendirilmelidir. Özellikle Arap aşiretlerinin kahir ekseriyeti cihad çağrısına iştIrak edeceklerini coşkulu ifadeler ile ilgililere bildirmişler fakat fiiliyatta beklenen sayının çok azı savaşta yer almıştır. Arap aşiretleri ile işbirliğine giren yerli ve yabancı komutanlar istisnasız olarak “Aşa´ir; medeni ve muntazam kuvvetler karşısında hiçbir kuvvet ve liyakat gösteremezlerdi. Cihada iştIrak etseler bile bir kuru kalabalıktan başka bir şey olamazlardı. Kendi husûsi içtimaiyelerinden ve akidelerinden başka medeni ve asri teşkilatdan mahrûm olan bu kuvvetlerden işe yarar bir teşkilat kurmak mümkün değildir.” mealinde sözler sarfetmektedirler.[9]
İngiltere’nin Irak’ta cephe açmasının sebeplerini Hindistan askeri Müşaviri {General Barav} Times Gazetesi’ne yaptığı beyanatta açıkça, Türklerin savaşa girmesi halinde, Hindistan’dan askeri kuvvet gönderileceğini, İngiltere’nin gücünü göstermek için gereken her şeyin yapılacağını belirtmiştir. Bu tür beyanların maksadı, Irak’ta İngiltere’nin gücünün gösterilmesidir. Ayrıca, Arapların İngiltere’ye i`timad ve sadakatlerinin te´mini sağlanacak, Mısır tehdit altından kurtarılarak İngiltere’nin elinde kalması gerçekleştirilecek, Abadan’daki petrol depoları emniyet altına alınacak ve Almanya’nın baskısıyla Osmanlı Devleti’ne yaptırılan cihad çağrısı etkisiz kılınacaktı.[9]
İngiltere’nin Irak’ı istila etme isteğindeki kararlığının gerçek sebebi, belirtilen bu çıkarlarının korunmasıdır.[9] İngiliz hegemonyasını Irak ve İran üzerinde kurma çalışmaları, Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce yapılmıştı. Bir bakıma İngiltere’nin bu topraklar üzerindeki emellerinin hayata geçirilmesinde silaha başvurulması gereken hususlar için de Birinci Dünya Savaşı çıkar yol olmuştu.[10]
İngiltere’nin Irak topraklarını istila etme hususunda acele etmesinin kendince sebepleri vardı. İngiltere, Osmanlı Devleti’nin Irak ve diğer Arap ülkelerinde nüfuz sahibi olması ancak Arapları yanına almasıyla mümkün olabileceğini düşünüyordu. İngiltere, Türkler’in Arap desteğini alabilmesi için Cihad-ı ekber ilan etmesinin yanında, Afganistan ile Hindistan sınırında bulunan Müslüman aşiretlerin Hindistan’a karşı kışkırtılabileceğini tahmin ediyordu. Böyle bir Türk-Arap ittifakının gerçekleşmesi, İngiltere’nin en zengin sömürgelerinin olduğu İslam topraklarında tutunamaması anlamına geliyordu. II. Wilhelm’in ifadesiyle “İngilterenin nefesini kesmek için, sömürgeleriyle bağını koparmak gerekiyordu.” Bu sebeple İngiltere, Türk-Arap ittifakının gerçekleşmemesi için her tedbire baş vurulmasının hayati önem taşıdığının farkındaydı. Bölgede İngiltere’nin gücünü göstermek için, bir an önce Şattü’l-Arab’a askeri güç sevk edildi. Bu İngiliz gücünün bölgeye gönderiliş sebebi de petrol depolarının muhafazası ve Arap halkının himaye edilmesi biçiminde dünyaya duyuruldu.[10]
Townshend’e göre bu savaş; “Hindistan’daki İngiliz Ordusu tarihinin en büyük ehemmiyete haiz bir harbidir. Bu muharebelerdeki kıymet ve ehemmiyet iki eşit güç arasında geçmektedir”, der.[10]
Townshend, “Irak Seferim” ismindeki eserinde; “Selman-ı Pak Muharebesi de dahil olmak üzere, Irak’taki bütün harekatı Alman zabıtanı idare ediyordu.” bilgisi yanlıştır. Halbuki harekat-ı harbiye şûbesi idareye memûr bulunduğu Umûm Kumandanlık Karargahı’nda tek bir Alman Zabiti bile mevcut değildi. Aynı zamanda Selman-ı Pak Meydan Muharebesi sıralarında Goltz Paşa henüz Bağdat’a bile gelmemişti. Meseleyi tenvir maksadıyla şunu arz etmek gerekir ki Selman-ı Pak’tan Kutü’l-Amare Kuşatması’na kadar vukûa gelen bütün hadisat-ı harbiye münhasıran Umûm Kumandan Miralay Nureddin Bey’in vukûf ve irfaniyle (tecrübesi ve bilgisiyle) sevk ve idare olunmuştur ve görevinden ayrıldığı güne kadar emir ve komuta konusunda son derece titiz davranmıştır (28 Kanun-ı evvel 1331) {10 Ocak 1916}. Goltz Paşa’dan sevk ve idareye müte`allik (idare ile ilgili) hiçbir emir almamış daha doğrusu istiklal-i fikir hareketine orduyu tamamen hürmetkar kılmıştır.[10]
Irak’a, Kafkas Cephesi’nden gelecek olan 18. ve 9. kolordular gelinceye kadar, Türk ordusu sayıca İngiliz kuvvetlerinden 4 000 kişi daha az, silahları da yetersizdi. Aslında, Nixon’ın Hindistan ile yaptığı yazışmalarda, Türk tarafının zayıf birliklere sahip olduğu belirtiliyordu. Nixon’ın 10 Nisan 1332 {23 Nisan 1916} tarihinde Hindistan Harbiye Nezareti’ne gönderdiği telgrafta bu düşünceye yer verildiği görülmektedir. Nixon, “Basra Vilayeti'nden külliyyen tard edilen, Kutü'l-Amare'de maddeten kazanılan ganaimden sarf-ı nazar edilecek olunursa, bu muharebeye askerlerimizin hucûmuna mukavemet olunmasının imkansızlığını bir kere daha isbat etmiş ve hatta Irak'ta İngiliz silahına bir muzafferiyet daha ilave eylemiştir.”[10] diyordu. Townshend, Türklerin güçlü olduğunu söyleyerek, yapılacak olan savaşın daha başında muzaffer olacaklarından emin oldukları için, bu güne kadar “yenilmez İngiliz gücünün” yalnızca bedevilere, kabilelere, aşiretlere ve geri kalmış fakir toplumlara karşı üstünlük sağlamadıkları, güçlü ve savaşçı bir gücü de yenebildiği intiba'ını dünyaya duyurmak istemişlerdi. Bu propaganda, özellikle Araplar açısından önemliydi.[11]
İngiltere'nin Irak Cephesi'nde muvaffakiyet elde edebilmesi için;[12]
- İran, Afganistan, Hindistan'daki Müslümanların kendilerine hasım tavır takınmalarına sebebiyet verecek her eylemden uzak durulması için özel tedbirler alınmıştı. Zira, Arap ülkelerinin herhangi bir yerinde bir Arap aşiretine karşı yapılacak olan yanlış bir hareket, diğer bölgelerdeki Müslümanların kendilerine karşı ayaklanabileceklerinden korkuyorlardı. Bu sebep ile bütün Arap aşiretleriyle iyi ilişkiler kurulması ve kendilerini Türklere karşı koruyucu olacakları noktasında onları ikna etmeleri gerektiğini düşünüyorlardı.
- Türklere karşı Mısır'ın güvence altına alınması gerekiyordu.
- Basra petrolünü her hall-ü karda korumak gerekiyordu.
- Arap aşiretlerinin kendi saflarında yer almasalar bile, Türk saflarına geçmelerinin önlenmesi şarttı.
Muharebe öncesi durum
[değiştir | kaynağı değiştir]Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı'na girdiğinde, 4. Ordu Müfettişi ve Bağdat Valisi Cavit Paşa, bu görevlerine ilaveten 13 Ağustos 1914'de Irak ve Havalisi Komutanlığı da kendisine verildi. Basra Fırkası 38. Tümen adıyla değiştirildi. Seferberlik ilan edilince, 35. Tümen 7 Ağustos 1914'de Bağdat'tan Basra'ya hareket etti. Taburlar, 1 000 kişi olması gerekirken 800'e indirildi ama burada ancak 600 kişi istihdam edilebildi. Huduk Taburları 500 kişi olması gerekirken 350'ye indirildi. Basra'da toplam 1400; Fav, Kurna, Amare Hudut Taburlarında toplam 1 000 kişilik kuvvet mevcuttu. Aşiret ve Mücahidan'dan yapılan ilaveler ile; Basra'da 112. Alay'ın 1005 er 21 zabit ile mukari {Hayvan kiralanan kişiler} 800 er, 17 zabit vardı. Amare'de; 113. Alay {1. Tabur} 1 105 er, 20 zabit. Kutü'l-Amare'de; 113. Alay {2. Tabur} 983 er, 15 zabit. Bağdat'da; 114. Alay {2 Tabur} 2057 er, 29 zabit bulunuyordu.[12]
Cavid Paşa'nın Bağdat Valiliği ve Irak ve Havalisi Genel Komutanlığı döneminde İngilizler 6. (Poona) Tümeni'ni 14 Teşrin-i sani 1330'da {27 Kasım 1914} Basra Körfezi'ne gönderip önce Basra'nın doğusunda bulunan ve 100 Türk askeri tarafından korunan Fav Adası'nı, 22 Teşrin-i sani 1914'de {5 Aralık 1914} Basra'yı, 8 Aralık 1914 günü Kurna’yı ele geçirerek Basra'nın tahkimatı güçlendirildi. Böylece Irak'ın anahtarı İngiltere'nin eline geçmiş oldu. Bu dönemde, Basra'daki Türk birlikleri parçalara ayırılıp aralarında irtibat kurulamayan noktalarda mevzilendirildiği için İngiliz ilerleyişi karşısında tutunamayıp ezdirildi.[12]
İngiltere, daha önce bölgede oluşturduğu menfaatlerini korumak için 15 Ekim 1914 günü Delamain komutasındaki İngiliz ve Hint birliklerinden oluşan 20.500 {4 500 İngiliz, 16 000 Hintli} kişilik bir orduyu Bombay'dan {iki körfez} hareket ettirip Bahreyn adalarına çıkarttı38. Bu ordunun General Barret komutasındaki bir birliği, daha savaşa girilmediği halde Basra Körfezi önlerine gelerek Abadan Adası'nı istila etti. 28 Ekim 1914 günü Osmanlı Devleti'ne savaş ilan ettikten sonra da 2 Teşrin-i sani 1330 {15 Kasım 1914} Abadan'ın batısında bulunan Seyhan'ı; 4 Teşrin-i sani 1330 {17 Kasım 1914} Kutü'l-zeyn'i ele geçirdi. Bu muharebeye Cavit Paşa'nın Erkan-ı Harp Binb. Adil Bey komuta ediyordu. Bu çarpışmadan geriye kalan askerler Suphi Bey komutasında Kurna'nın kuzeyinde bulunan Azir'de toplandı.[12]
Dağınık vaziyette konuşlandırılmış olan Irak Ordusu, Kurna Harekatı için 21 Teşrin-i sani 1330 {4 Aralık 1914} tarihine kadar üç grupta toplandı;
- I. Grup Miralay Suphi Bey,
- II. Grup Bağdat Jandarma Komutanı Binb. İrfan Bey,
- III. Grup Erkan-ı Harp Binb. Adil Bey'in komutasında,
- Karargah ise Azir'de yer alacaktı.[13]
Yerli halktan teşekkül ettirilen kuvvetler, Kurna'da savaşa gideceklerini duyunca, daha savaşa girmeden gruplar halinde firar ettiler. Harabe Muharebesi sonrasında Suphi Bey'in Azir'de topladığı askerlerin dışında ve geride kalan Amare, Bağdat Seyyar Jandarma taburları, Bağdat Depo Taburu, Bedre Hudût Taburu, Musul'dan gelen Musul ve Kerkük Depo taburları, Süleymaniye Jandarma Taburu disiplinsizlikleri sebebiyle bir araya gelmek için zaman kaybettiklerinden Kurna Muharebesi'ne yetişemedi. Şatratü'l-Müstefin'de Harun adındaki bir aşiret reisi adamlarıyla hükûmet konağını basarak 200 jandarmanın silah ve elbiselerini gaspetti. Müstefin'deki bu asi hareketin yaygınlaşmaması için Adil Bey'in kıt`atının Nasiriye'de kalması sağlanarak bu çevrede buna benzer muhtemel olayların zamanında önlenmesi için tedbir alındı. Ancak Adil Bey ve bu kıt`a emir-komuta almak istemeyen, bağımsız hareket eden bir grup olup otorite boşluğundan bir türlü kontrol edilemedi. Kurna çarpışmalarının şiddetlendiği 25 Teşrin-i sani 1330 {8 Aralık 1914} günü 26. Alay'ın 2. Taburu ve seyyar jandarmalardan oluşan bir taburun {300 kişi} muharebe alanına gitmeleri emri verildi. Fakat bunlardan Jandarma Taburu bu emre uymadı. Binb. Halim Bey komutasındaki bir Türk taburu savaş alanını terk ederek 28 Teşrin-i sani 1330 {11 Aralık 1914} günü Şatra-Hamar yoluyla Amare'ye gitti.[13]
Miralay Suphi (Cavid) Bey’in müfrezesi, İngiltere’nin harp gemileri tarafından ateş altına alınıp karadan piyadeler ile taarruza uğradı. İngiliz askerlerinin bir kısmı Arapların yardımıyla Tombaz köprüler ile Dicle nehrinden geçip arkadan kuşatma yaptı. Suphi Bey, 25 Teşrin-i sani 1330 {8 Aralık 1914} günü akşama kadar bu saldırıya direndiyse de yardımına kimse gelmediği için birliğiyle birlikte teslim oldu. Bu ma`lûbiyette Türk askerlerinden 52 zabit, 400 er, İngiliz kaynaklarına göre 45 zabit 989 er esir düştü.[13]
Bu tablo, birliklerin disiplinsiz ve emir-komutadan uzaklaşmış başıbozuk bir halde olduklarını göstermektedir. Bu tarz bir ordudan başarı beklemek herhalde mümkün değildir. Enver Paşa, 10 Teşrin-i sani {23 Kasım 1915} günü Irak ve Havalisi Genel Komutanı Cavid Paşa ile telgraf başında bizzat kendisi görüşerek cephe hakkında bilgi aldı. Enver Paşa, cephenin vahametini öğrenince Cavid Paşa’nın görevden alınması gerektiğine karar verdi.[13]
Süleyman Askeri Bey'in Komutanlığı ve Aşiretlerin Rolü
[değiştir | kaynağı değiştir]Fav Adası, Basra ve Kurna’nın İngilizler tarafından istila edilmesinde Cavit Paşa’nın ihmali görüldüğünden, görevden alınıp yerine Süleyman Askeri Bey’in rütbesi yarbaylığa yükseltilerek 18 Teşrin-i sani 1330 {1 Aralık 1914} tarihinde Basra Valisi ve 38. Tümen Komutanlığı’na tayin edildi. Daha sonra 4 Kanûn-i evvel 1330 {17 Aralık 1914}’da bu görevlerine ilave olarak Basra Irak Cephesi Komutanlığı’na atandı. S. Askeri İstanbul’dan Bağdat’a gelirken yanında Teşkilat-ı Mahsûsa üyelerinden beş kişiyi, ayrıca 2 İtfaiye Taburu, 1 Makineli Tüfek Bölüğü ve 1 İtfaiye Alayı’nı getirdi. Görevi 21 Kanûn-ı evvel 1330 {2 Ocak 1915} günü Cavid Paşa’dan devraldı.[13]
I. Dünya Savaşı öncesi ve devamında Osmanlı Devleti’nde birlik sağlanamamış “fırkacılık” ön planda tutulmuştur. Bu durum Irak Cephesi için de geçerlidir. Ayrıca Irak'ta Kerbela ve Necef Şiiler için; Bağdat, Abdülkadir Geylani sevgisinden dolayı Hintliler için çok önemliydi. Bu yapı bazı olaylarda öne çıkarılmıştı.[14]
Yarbay Süleyman Askeri Bey enerjik, atılgan ve teşkilatçı yapısının yanında, Irak'ta küçümsenmeyecek sayıda süvari gücüne sahip olan aşiretlerin kuvvetine güvenerek kesin başarı elde edeceğini düşünmekteydi. Süleyman Askeri aşiret güçlerine o kadar inanmıştı ki “Irak’a muntazam asker göndermek yazıktır. Orada müsellah ahali-i aşa´ir Irak’ı muhafazaya kafidir. (Silahlı aşiret halkı, Irak'ı korumaya yeterlidir.)” diyordu. O'na göre; yüzbinlerce aşiret kuvveti bir araya getirilip İngilizler denize dökülecek bu muzafferiyetten sonra İran'dan geçip Hindistan'a gidilecekti. Bu zaman zarfında Tahran'a gidecek olan Türk kuvvetleri Afganistan'a geçecek ve daha önceden Afganistan'a giden Hey´et-i Seferiye ve Almanlar, Hindistan seferinin görüşmelerini tamamlayacak ve Hindistan'dan İngilizler atılacaktı.[15]
Süleyman Askeri Bey, Irak Cephesi Komutanlığı görevini devr alır almaz, 3 Ocak 1915'de Kurna'da bulunan İngiliz birliklerine taarruz ederek geri püskürttü. İngiltere'nin Dicle Nehri boyunca uzanan petrol borularının bir kısmı tahrip edildi. Bu başarı, Irak'ta İngilizlere karşı yapılan ilk galibiyetti. Türk taarruzları 6 Kanûn-i sani 1330 {19 Ocak 1915} günü Kaymakam Seyfullah komutasındaki birlikler ile Acemi {Paşa} Bey emrindeki 2.000 kadar aşiret gücü ile Dicle üzerindeki İngilizlere gece baskınıyla devam etti. Türk süvari Alayı'nın 3., 4., Taburları ile 7 Kanûn-i sani {20 Ocak 1915}’de Dicle kıyısında bulunan Zebir’de İngilizlere tekrar saldırı düzenlendi ise de büyük kayıplar verildi. Bu çarpışmada Türk tarafı 3 zabit ve 8 er şehid, 15 zabit 100 er de yaralanmıştı. Süleyman Askeri Bey de bu yaralılar arasında olup çarpışma sonunda tedavi için Bağdat’a giderek orduyu buradan yönetmeğe çalıştı. Bu savaşta Süleyman Askeri Bey’in sol tarafından girip sağ bacağına saplanan ve bir kemiğini parçalayan kurşunun isabetiyle yaralandı. Tedavi olmak için Bağdat’a gitme mecbûriyetinde kalan S. Askeri Bey, 1. Kuvve-i seferiye komutanı olan Kazım Karabekir’in yerine vekalet etmesini İstanbul’da başkomutanlığa bildirdi. Kazım Karabekir, 11 Kanûn -i sani 1330 {24 Ocak 1915} günü Erkan-ı Harp Yüzb. Saffet Bey’i yanına alarak Bağdat’a geldi. Kazım Bey daha göreve başlamadan, Süleyman Askeri’nin yaralı olarak tekrar cepheye dönmesi üzerine geri gitmek mecburiyetinde kaldı. Bu çarpışmalar 20 Ocak 1915 günü Şuayyibe ‘de devam etti.[15]
Kurna çarpışmalarından sonra Süleyman Askeri Bey, aşiretlerden beklediği gücü göremeyince, İstanbul’da Bahriye Nazırı Cemal Paşa’ya mektup göndererek Bağdat, Kerbela ve Necef aşiret şeyhlerinin kendisine yardım yapması için ta`limat verilmesi talebinde bulundu. Şuayyibe çarpışmalarının yoğunlaştığı 12, 13, 14 Nisan 1915 günlerinde Süleyman Askeri Bey, henüz yarası iyileşmediği halde, Bağdat’tan Şuayyibe’ye gelip bu çarpışmaya katılarak savaşı otomobil üzerinden yönetti. Şuayyibe’de 38. Türk Fırkası dağılarak devre dışı kaldı. 35. Fırka ise çok kayıp vermişti. Bu çarpışmalardaki Türk kaybı 3 800, İngilizlerin ise 1 300 kişidir. Bu duruma hazmedemeyen Süleyman Askeri Bey, vaziyete kahredip kendi tabancasıyla intihar etti.[15]
Süleyman Askeri Bey’in 14 Nisan 1915 günü intihar etmesi üzerine Cephe komutanlığı vekaleten binbaşılıktan yarbaylığa terfi ettirilen Ali (Çetinkaya) Bey’e verildi.[16]
Ali (Çetinkaya) Bey, 4 Nisan 1331 {17 Nisan 1915} günü İstanbul’a cephenin son durumuyla ilgili bir rapor gönderdi. Bu raporunda özetle şu hususları vurguladı. "Aşa´ir dağılarak elden çıkmıştır. Kıt`atım pek ziyade zayi`ata uğramıştır. Tekrar harekat-ı ta`arrûziye icra etme imkanı kalmamıştır. Şimdilik müdafa`a yapılacaktır. Mücahidinin bir işe yaramadıkları ortaya çıkmıştır."[16]
Şuayyibe çarpışmalarından sonra İngiliz Ordusu'nda da değişiklik yapılarak 9 Nisan 1915 tarihinde General John Nixon {1857-1921} Irak'taki Britanya Birlikleri Komutanlığı'na getirildi.[16]
Nureddin Bey'in Komutanlığı ve Selman-ı Pak Savunması
[değiştir | kaynağı değiştir]Bu tarihe kadar; çoğunluğu yerli halktan teşekkül ettirilmiş Osmanlı birlikleri, İngilizler karşısında ağır yenilgilere uğrayarak devamlı olarak geri çekilmiş emir-komutadan uzak bir hale düşmüştü. Cephedeki durumu düzeltmek için Edirne'de 4. Kolordu Komutanı olan Albay (Sakallı) Nureddin Bey 24 Nisan 1331 {7 Mayıs 1915} tarihinde Irak ve Havalisi Umûm Komutanlığı'na ta`yin edildi. Nureddin Bey, bu göreve atanmasını askerlik görevi yanında kutsal toprakların savunulmasının verdiği coşku olarak değerlendirip çok memnun olduğunu bir beyannameyle halka duyurdu.[16]
İngiltere, Basra'dan sonra 50 Km kuzeyde bulunan Kurna'yı alarak Türklerden 1200 esir ve 9 top ele geçirmişti. Dicle Nehri boyunca devam eden petrol borularının güvenliği daha savaşın başında tehlikeye düştüğü için, İngiliz birlikleri Mart 1915'de ikinci bir fırka ile takviye edildi. Yapılan karşı Türk saldırıları, 12 Nisan'da Şuayyibe, 14 Nisan'da Basra saldırısı, Tümgeneral Sör Charles John Melliss {1862-1936} komutasındaki İngiliz birlikleri karşısında mağlubiyetle neticelendi. Türkler karşısında kesin sonuç almak isteyen Nixon, General Barret'i görevden alarak 22 Nisan 1915 günü İngiltere'nin Irak'taki 6. Ordusu'na atanan General Townshend'i Barret'in yerine ta`yin etti. Irak'taki İngiliz ilerleyişi, Townshend'in komutasındaki birliklerce 23 Temmuz'da Nasiriye, 29 Eylül'de Kutü'l-Amare taarruzuyla devam etti.[16]
Kutü’l Amare’ye 27 Eylül 1915 günü yapılan İngiliz saldırısında, Türk birlikleri 1 200 kayıp, 1 300 esir, 1 800 şehid, 17 top zayi`at vererek geri çekildi. Bu Türk ric`atı Aziziye’ye kadar devam etti54. Bu yenilgiler üzerine Enver Paşa, Irak’ı boş bırakmanın vahametini anlayıp bu cephenin takviye edilmesi zarûretini kabul etmeye başladı. Kafkasya Cephesi’ne gönderilmek üzere yolda olan 51 ve 52. fırkaları Irak Cephesi’ne gönderdi.[16]
Türklerin Kutü’l-Amare yenilgisi {28 Eylül 1915} sırasında İran’da teşekkül ettirilen Türk yanlısı güçler, İngiliz ve Rus konsolosluklarına karşı tecavüzlerde bulunmuşlar ise de bu girişim Irak Cephesi’ni etkileyecek bir sonuç doğurmadı.[17]
İngilizler, Kutü’l-Amare’den sonra Türk kuvvetlerini ancak Aziziye’ye kadar takip edebilmişti. Türk birliklerinin ta`kib edilemeyişinin birinci sebebi, Türk birlikleri 48 saat içinde ve düzenli olarak Selman-ı Pak’a geri çekilmişlerdi. ikinci sebebi, Dicle Nehri’nin sularının azalması neticesinde vapurlar karaya oturmuştu. Türklerin geri çekilişi nizami olduğundan, gambotlar ile de ta`kib edilmesinin riskli olacağı düşünülmüştü. Bu sebep ile İngilizlerin nehir üzerinden yapması gereken ta`kib ve nakliye gerçekleşememişti. Üçüncü sebep, özellikle Kuzey Hindistan bölgesine mensup Müslüman Hint askerleri, Selman-ı Pak mevki`sinin sahabe Selmân-ı Fârisî’nin mekanı olmasından dolayı, buraya saldırmak istemedikleri Townshend tarafından istihbar edilmişti. Hatta Hint askerlerinin bir kısmı tetik parmaklarını vurarak ellerini sarıp Türklere ateş etmekten uzak durmaya çalıştıklarını Binbaşı J. B. K. Davie 29 Aralık’ta yayınladığı bildiride rapor etmişti. Irak’taki İngiliz gücünün 4/3’ü Sepoy {Hint askeri} olduğu ancak bunlardan yalnızca bir tabur kadar olan bu askerlerin, savaşın ortasında Türk tarafına geçme ihtimali veya firar etmeleri söz konusuydu. Townshend bu riski göze alamadı. Hatta bu taburu cepheden Basra’ya geri gönderdi. Dördüncü husus ise, “sarı hastalık” olarak tabir edilen bir salgında kırk kişi ölmüş, bunun yaygınlaşmasından korkuluyordu.[17]
Nixon'a göre; I. Kutü’l-Amare çarpışmaları sonrasında Türk birlikleri toparlanmadan takip edilebilseydi;[17]
- Çanakkale yenilgisinden sonra Bağdat zaferi İngiltere'nin şerefini kurtaracaktı.
- Türkiye'nin, İran ve Afganistan ile yapacağı işbirliği gerçekleşemeyecekti.
- Afganistan ile Hindistan'ın kuzey hududunda bulunan aşiretler ayaklanmaya cesaret edemeyeceklerdi.
Nixon, Türk birliklerinin akla gelmeyecek bir düzen içinde gizli ve iki gün zarfında Selman-ı Pak'a ric`atini daha önceden hem duymamış hem de tahmin edememişti. Türk birliklerinin bu ric`at hızında İngilizlerin onları ta`kip etmeleri zaten mümkün değildi.[17]
Hedef olarak tesbit edilen Bağdat'ın ele geçirilmesi için Simla'da bulunan Hindistan Erkan-ı Harbiye Hey´eti, Britanya Ordusu'nun Irak hakkında bilmesi gereken her bilgiyi geniş araştırmalar yaparak ona göre tedbirler aldı. Bu raştırmaların içinde; Irak'ın coğrafi yapısından, halkın etnik yapısına kadar her nev`i harita ve çizelge ortaya kondu. Bu hususta Türk tarafı oldukça yetersiz ve hazırlıksızdı. İstanbul'da vaktiyle İngilizler tarafından hazırlanmış iki adet Irak haritası te`min edilerek Türk harekatı bunun kopyası üzerinden planlanmaya çalışıldı. Hatta 8 Teşrin-i sani 1331 {21 Kasım 1915} günü Selman-ı Pak'da 51. Türk Fırkası'nın ateşiyle düşürülen İngiliz uçağının pilotu Binbaşı Raylay'dan alınan kroki ve harita, Türk kurmayının coşkusuyla karşılanmıştı.[18]
Nixon, Bağdat'a yürüme planını 30 Ağustos 1915 günü Simla'ya gönderdi. Ancak Genel Vali Lord Hardinge ve Başkomutan Sör Beuchamp Duff {1855-1918}, Fransa, Mısır veya diğer yerlerden bölgeye takviye güç gönderilmediği sürece, bu planın gerçekleşemeyeceği kanaatindeydi. Nixon, Kutü'l-Amare galibiyeti ve Aziziye'ye kadar Türk birliklerini ta`kip edip nakliye yetersizliği sebebiyle burada durmalarından cesaretlenerek Türkler'in Selman-ı Pak'da mevzi`lenmeleri sebebiyle, bu mevzi`nin yarılıp Bağdat'ın kolayca alınacağı fikrine iyice inanmıştı.[19]
Nixon, Hindistan Nezareti'ne Bağdat'ı ele geçirmek için yeterli kuvvetinin bulunduğunu ancak burayı elde tutabilmek için ilave bir süvari taburuna ihtiyacının olduğunu bildirerek ileri harekat izni verilmesini talep etti. Townshend ise Nixon'dan farklı düşünüp nakliye yetersizliği sebebiyle Kutü'l-Amare'ye geri çekilmenin daha uygun olacağı fikrini savunuyordu. Nixon'ın yoğun diplomatik baskıları neticesinde, Hindistan-İngiltere arasında uzun müzakereler sonunda Lord Karov, Hindistan'a Nixon'ın ileri harekat talebinin kabul edildiğini 4 Teşrin-i evvel 1331 {17 Ekim 1915} günü bildirdi.[19]
İngiltere Başbakanı Osten Çemberlain, Bağdat'a yapılacak ileri harekatın faydalarını 4 Teşrin-i evvel 1331 {17 Ekim 1915} günü İngiltere Kabinesi'nde yapılan toplantıda şöyle dile getirdi.[19]
- Osmanlı müttefiki Almanya, bu günlerde İstanbul yolunu açmakla meşgul olmaktadır. Irak ile ilgilenmesi mümkün değildir.
- Çanakkale’de İngiltere’nin durumu iyi değildir. {Bu harekat ile İngiltere’nin Çanakkale’de sarsılan prestiji kurtarılacaktı.}
- Araplar, saflarını belirlemede tereddüt içindedir. Bunlara övgü ve güven vermedikçe, Türkler'e iltihak meylindedirler. {Bu durum ileri harekatla önlenecekti.}
- Doğu'da müessir bir muvaffakiyet elde etmek mecbûriyetindeyiz.
General Townshend, ileri harekata karşı çıkmasını üç sebep ileri sürerek izah ediyordu.[19]
- İleri harekatı gerçekleştirecek 15 000 asker bulunmaktaydı. Bu sayının Türkler karşısında az olduğu düşünülüyordu. Bu ileri harekatı yapacak kuvvetin ihtiyat kuvveti Aziziye'de olmayıp Basra ile Kutü'l-Amare arasındaki nehir güvenliğini sağlamak üzere görevlendirilmiş olan 467 km uzakta bulunmaktaydı.
- Aziziye'ye kadar olan çarpışmalarda, İngiliz birlikleri % 30 kayıp vermiş geriye kalan askerler sıcaktan bitab düşmüştü.
- İleri harekatı gerçekleştirmek için beklenen yardımın ne zaman kendilerine ulaşacağı belli değildi. Bu yardım ancak nehir yoluyla yapılabileceğinden, yardımın kendilerine ulaşmasının haftalar alacağı belirtilmişti. Townshend, bu düşüncelerine rağmen verilen ileri harekat emrinde daha fazla ısrar da edememişti.
Bugün Kisra Sarayı {Tak-ı Kisra} dahil, harabeleriyle anılmakta olan Selman-ı Pak {Doğu Medain}, İslam Tarihi'nde iki önemli olaya sahne olmuştur. Birincisi Hz. Ömer devrinde Sa`d bin Ebû Vakkas komutasındaki İslam orduları tarafından Mart {Safer} 638 yılında fethedilmesi. (bkz. Müslümanların Levant'ı fethi) İkincisi ise bahse konu Selman-ı Pak zaferidir.[20]
Selman-ı Pak Meydan Muharebesi 6 Teşrin-i evvel 1931 {19 Ekim 1915} günü İngiliz birliklerinin Türk birliklerine iki koldan yaptığı saldırı ile başladı. İngiltere'nin Aziziye'deki birliklerinin komutanı olan General Townshend, aynı zamanda muharebenin genel komutasını da yapmaktaydı. Townshend'in komutasında; 7. Mızraklı ve 16. Süvari Alayı'na mensup 3,5 Bölük, 63. Sahra Bataryası ve 18. Piyade Livası bulunuyordu.[20]
Kutü'l-Amare'den savaş meydanına hareket eden kuvvetlerin başında Robertse vardı. Robertse'nin emrinde, 16. Süvari Alayı'ndan 100 kılıçlı kuvvet ile Kraliyet Süvari Topçusu'na mensup yarım batarya bulunmaktaydı.[20]
İkinci İngiliz saldırı kolu ise Delamain komutasında; 76, 82 Bataryaları, 5/1 Obüs Bataryası, Makinalı Tüfek Bataryası, 22. İstihkam Bölüğü ve 16. Piyade Livası bulunuyordu.[20]
7 Teşrin-i evvel 1331 {20 Ekim 1915} günü bir Arap'ın Townshend'e gelerek Türkler'in taarruza geçeceğini bildirmesi üzerine, cephe hareketlendi. Selman-ı Pak ileri harekatı başladığında, Arap halkı ve aşiretleri Türkleri desteklemeğe ve İngilizlere gördükleri yerde ateş açmaya başladılar. Bu aşiretlerin başında Gazze ve Şammar aşiretleri geliyordu. Bu iki aşiret, bölgede en güçlü aşiretlerdi. Aşiretlerin İngilizlere karşı harekete geçmeleri 10-11 Teşrin-i evvel {23-24 Ekim} günlerinde daha da şiddetlendi. Aşiretlerin Türk saflarında yer almalarının ve bir kısım Hintli Müslüman'ın Türk saflarına geçmesinin sebebi, Sahabe Selman-ı Farisi'nin mekanının İngilizler tarafından istila edilme isteğine karşı yapılan hareket olduğu muhakkaktır.[20]
İngiliz kaynaklarına göre Osmanlı Irak ve Havalisi Umûm Komutanı Mirliva {Albay} (Sakallı) Nureddin Bey’in gücü; Zor’da 6 000, Selman-ı Pak’da 2 000 olmak üzere toplam 8 000 kişi olduğu tahmin edilmekteydi.[20]
Nureddin Bey, I. Kût'ül-Amare yenilgisinden sonra iki günde Selman-ı Pak’a geri çekilip mevzi`lenmişti. Burada üç hatt savunma mevzi`leri oluşturup takviye birliklerinin gelmesini beklemeden, eğitim yetersizliğine sahip olan birliğini sıkı bir eğitime tabi tutmuştu. Bu sürede, takviye birliğinin gelmesi için de zaman kazanmış olacaktı.[21]
Bu geri çekiliş sırasında, Osmanlı Meclis-i Mebûsan’ın üçüncü döneminde Bağdat/Kerbela’dan mebus seçilen Abdülmehdi’nin kışkırtmasıyla Osmanlı Devleti’ne karşı 27 Haziran 1331 {10 Temmuz 1915} günü Kerbela’da, 26 Ağustos 1331 {8 Eylül 1915} günü Hille’de isyan çıktı. Bu isyanlar Türk birliklerince bastırılmış ancak henüz harareti ortadan kalkmamıştı. Her gün aşiretlerin Türk birliklerine saldırısı ve yağma girişimleri de eksik olmuyordu. Türk birliklerinin ricat harekatı bu olumsuzluklara rağmen gerçekleştirildi.[21]
Irak’ta askerin en çok zorlandığı husus hem asker hem de binlerce hayvan için su teminidir. Nureddin Bey bu hususu şöyle çözmüştür. Selman-ı Pak Hükûmet Konağı’nın civarında Dicle Nehri’ne güçlü bir su pompası koyarak suyu doğu taraftaki 300 metre yüksekliği olan bir tepeye pompalamıştır. Bu tepede depolanan su, kendi cazibesiyle daha alçak olan bütün mevzilere üç kanaldan tevzi` etmiştir. Bu kanallardan biri 8, 9. ve 11. mevzilere, ikincisi 6, 7 ve 3. mevzilere, üçüncü kanal ile de 1. ve 5. mevzilere akıtılmıştır. Nehir grubunun ise zaten su ihtiyacı bulunmamaktadır. Dolayısıyla, Türk mevzi`lerinin hiçbirinde su sıkıntısı çekilmemiştir. Halbuki İngilizler, su te´mini için nehir kenarından ayrılamaz duruma düşmüşlerdir. Bu buluş, Askerlik tarihinde önemli bir yere sahiptir. Türk mevzi`lerinin her noktası karargaha telefon ile bağlanmış ve her mevzi` diğer mevzi` ile de görüşebilecek konuma getirilmiştir.[21]
Nureddin Bey'in diğer bir savunma tedbiri de Dicle üzerinden gelecek düşman gemilerini engellemek için bir baraj yapımıdır. Bu baraj, Tella'l-zeheb'in doğusunda ve Dicle'nin sol sahilindeki Harab Köyü'nün karşısında bulunan ve Dicle Nehri'nin ortasında yer alan doğal küçük bir adacığın iki tarafına birkaç gemi batırılmak sûretiyle oluşturulmuştur. Bu barajın ilerisine bir de torpil hattı yerleştirilmiştir. Böylece İngiliz gemilerinin nehirden ilerlemesi önlenmeğe çalışılmıştır.[21]
İngiliz Birlikleri: Dicle Hattı'nda; Aziziye'de 14.000 asker 35 top; Kut'da 1.000 asker 4 top; Aliyyü'l-garbi'de 150 asker 1 top; Amare'de 1.000 asker 7 top; Gal`a-i sale'de 25 asker; Kurna'da 150 asker. Fırat Hattı'nda; Nasıriye'de 2.000 asker 10 top; Akike'de 150 asker; İran Arabistan'ında 800 asker; Buşir'de 1.500 asker 7 top; Basra'da 700 asker 2 top vardı. Ayrıca 14. Süvari Alayı Irak Cephesi’ne gelmek üzere Hindistan’dan yola çıkmıştı. Toplam İngiliz gücü 21.475 askerdir.[21]
İngiliz ileri harekatı dört komutanın emrinde gerçekleştirilmesi kararlaştırıldı.
General Delamain’in emrinde 1.350 tüfek, 10 top, 12 makinalı tüfek; General Hamilton’un emrinde 2.693 tüfek, 6 top, 8 makinalı tüfek; General Houghton’un emrinde 3.154 tüfek, 103 kılıç, 8 top, 10 makinalı tüfek; General Melliss’in emrinde 715 tüfek, 977 kılıç, 6 top, 16 makinalı tüfek bulunuyordu. İhtiyat kuvvetleri Basra ile Kût'ül-Amare arasında bulunduğundan, bu silahlar bizzat savaşta kullanılan malzeme olup depoda bulunan silahlar değildir. Buna göre; İngiltere’nin Selman-ı Pak saldırısındaki muharip gücü 12.200 asker, 30 top ve 46 makinalı tüfekten ibarettir. Bu sayı Türklerin askeri gücünden 4.000 fazla olduğunu göstermektedir. Ancak Kafkas Cephesi’nden gelen iki fırkanın {51. ve 52.} toplam 15.000 kişilik kuvveti Selman-ı Pak’a geldikten sonra Türk tarafı güçlenerek sayısı 23.000 kişiye ulaştı.[21]
Enver Paşa, Nureddin Bey’den Irak’ı karış karış müdafa`a etmesini istemişti. Halbuki Nureddin Bey, Aziziye’de bir öncü kuvveti bırakıp Selman-ı Pak’ta çok önceden hazırladığı savunma mevzilerine çekildi. Enver Paşa’nın Nurettin Bey’e verdiği emir teknik olarak doğru kabul edilse bile, sahada uygulama imkanı yoktu. Bu durumu, savaşa iştIrak etmiş olan Yüzbaşı Mehmed Emin Bey eserinde çok açık bir lisan ile izah etmektedir.[22]
“Umûm Irak ve Havalisi Kumandanlığı 15 Eylül 1915 günü 1. Kutü’l-Amare Muharebesi’ni kaybettikten sonra, evvelce tahkimine başlanmış olan Selman-ı Pak Mevzi`ne kadar ric`atine karar vermiş ve kararını da Başkumandanlık Vekaleti’nin emir ve arzûsu hılafına olarak aynen mevki`-i fi`ile koymuştu. Kutü'l-Amare ile Selman-ı Pak arasındaki 150 kilometrelik mesafe dahilinde müdafa`aya salih ve hatta belki Selman-ı Pak hattına merci` birçok mevazi` bulunabilirdi. Karargah-ı Umûmi istiyordu ki bu uzun mesafe dahilindeki müte`akib hudût, müdafa`adan muntazaman istifade edilerek kuva-yı imdadiyenin Dicle Cephesi'ne muvasalatına kadar zaman kazanılsın. Yalnız bir muharebe neticesinde bu derece vasi` bir saha-i arazi düşmana terk edilmesin.[22]
Başkumandanlığın fenni ve fakat ameli olmaktan ziyade nazari olan bu emir arzusu, Umum Irak Kumandanı'nın elinde kıymet-i maddiye ve ma`neviye i`tibariyle sevkü'l-ceyşin bu türlü metalib-i aliyesini tatmin ve tatbike kadar bir kuvvetin bulunması halinde kabil-i icra idi. Halbuki Kutü'l-Amare'den ma`nen ve maddeten zayıf olarak çekilen kuvvette fen ve san`atın bu yüksek talebini icraya kadir tek bir cüz´ü nam bile yok idi.´Umûm Kumandanlığı'nın elindeki kuvvet 38. ve 35. fırkalar idi. Birincisi; ilan-ı harbden bu güne kadar tarihi bir sürü muvaffakiyetsizlikler ve ric`atlardan ibaret kara yazılarla lekelemiş diğeri ise Irak Cephesi'nde giriştiği iki muharebeden pek elim bir sergüzeşle çıkabilmiş idi. Kutü'l-Amare önünde müddea mevzi`inden ric`at edebilen bu iki fırka ancak umûm kumandanın şahsiyet-i kahire ve azimesinde tecelli eden yüksek cür´et ve cesaret sayesinde inhilal ve izmihlalden kurtulabilmiş idi.[22]
Nureddin Bey'in ric`ati, {Kutü'l-Amare'den Selman-ı Pak'a} Irak Cephe-i harbi'nde icra edilen ric`atların en muntazam ve parlak harekatından biridir. Bu harekette, düşmanın ancak iki üç gün sonra mahiyetinden haberdar olduğu Belcaniye ve Basra ric`atindeki tezebzüb ve idaresizlikten Dicle Fıkası'nın Saharice'den Amare'ye doğru yaptığı ric`atteki perişanlık ve felaketlerden eser yoktur. Bil'akis galip ve fa´ik´düşmanın karadan ve nehirden tevcih ettiği muza`af te´sir ve tazyike rağmen şayan-ı hayret bir intizam, sezavar-ı takdir bir sevk ve idare tekamülü vardır. Nureddin Bey, ancak kendi azim ve cesareti sayesindedir ki en ufak bir tazyik muvacehesinde derhal dağılıp gitmek istimdadında bulunan kıymetsiz iki fırkasını Selman-ı Pak Mevzi`’i’ne kadar getirebildi.[22]
Müşarü’n-ileyhin şu sûretle Bağdat önüne kadar çekilip gelmesi başlıca esbab-ı atiyeden neş´et ediyordu.[22]
- Düşman bu uzun mesafeyi seri`an geçemiyecek, kuvveti kafi bile olsa menzil teşkilatını vücûda getirinceye kadar birçok zaman kayb edecek ve hattü’l-harekesini güzergahtaki aşayirin tecavüz ve tehdidinden sıyanet içün cüz´ü külli kuvvet efrazine mecbûr olarak zayıflayacak.
- Bizzat kendi kuvveti ise merkeze takrib edeceği içün kuva-yi imdadiyesini daha çabuk alabilecek, noksanını daha kolay ikmal eyleyecek ve intihab ettiği hattın tahkimine zaman ve imkan bulacak.
- Aziziye’de tahkimine pek az vakit ve imkan bulunacak bir hatta kuva-i ma`neviyesi bozuk ve adeden zayıf kuvvetiyle agleb-i ihtimal yeni bir mağlûbiyyete uğrayacak ve ihtimal ki eldeki kuvvet büsbütün inhilal ederek kuva-yi imdadiyenin vürûdundan evvel Bağdat’ı bile muhafazaya imkan kalmayacak.
- Muntazam bir ric`atle Selman-ı Pak Mevzi`ine`çekebildiği kuvveti menabi`-i mahalliye ve kuva-yi imdadiye ile canlandıracak ve bu şera'iti her halde nazar-ı i`tibara alacak olan düşman dahi daha ağır ve daha müte´enniyane harekete mecbûr olarak kendisine lüzumlu olan imkan ve zamanı bahş eyleyecekti. Fi'l-hakika ümid edildiği vechle, düşman ancak Teşrin-i sani 1331'in 9. {22 Kasım 1915} günü ya`ni Birinci Kutü'l-Amare Muharebesi'nden tam 55 gün sonra Selman-ı Pak mevzi`ne ta`arrûz etti ki bu zamana kadar hem beklenilen kuva-yı imdadiyenin kısm-ı a`zamı gelmiş ve hem de hatt-ı müdafa`a-i vesait ve imkanın müsa`adesi nisbetinde takviye ve ikmal edilmiş bulunuyordu.”
Osmanlı Irak Ordusu’nun geri çekilmesini geç farkeden İngiliz kuvvetleri, Bağdat üzerine yürümek için Bağdat’a bağlanan tahkim noktalarını ele geçirmek ve kuvvetlerini takviye etmek maksadıyla 55 gün geçirdiler. Aradan geçen bu zaman, Türk birliklerinin tanzimi için önemliydi.[23]
“... Osmanlı Irak kuvve-i müdafasına yeniden iktisab-ı kuvvet etmek fırsat ve imkanını vermişti. Bu uzun müddeti, Irak Kumandanlığı asla boş geçirmemiş bir taraftan mevzi`-i müdafa`anın bulunabilen vesaitle tahkimine çalışmış ve diger taraftan da ta`lim ve terbiyece pek geri bulunan kıt`atını muntazam bir program dahilinde yetiştirmeğe sarf-ı mesa`i eylemiştir. O derecelerdeki Selman-ı Pak Muharebesi'nin yevm-i vukû`undaki 35 ve 38. fırkalar Kutü'l-Amare'den mağlûben çıkan fırkalara pek az benzetilebilir idi.
Vesa´it ve menabi`-i mahalliyyeden ne derece istifade edildiğine misal olmak üzere; top noksanını kapamak için mevki`-i isti`male konan Sultan Murad-ı Rabi` devrinden kalma havanlar ira´e olunabilir.[23]
Muharebe (19-22 Kasım 1915)
[değiştir | kaynağı değiştir]İngilizler, Bağdat’a yürüme hususunda Nixon ve Townshend arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırmak için Hindistan ve Londra arasındaki yazışmaların uzaması, artık Türk birliklerinin Aziziye’den sonra ta`kip edilememesinin üzerinden 55 gün geçmesine sebep oldu. İngilizlerin Aziziye’deki bu oyalanmaları Irak Cephesi Umûm Komutanı Nureddin Bey’in beklediği gibi işine yaradı. Bu sürede Türk birliklerinin eğitimi tamamlanırken, Selman-ı Pak mevzi`lerindeki eksik tahkimatların giderilmesi için ihtiyaç duyulan süre kazanılmış oldu. Ayrıca bu bekleme sırasında Bağdat’ta aşiretlerden yeni teşekkül ettirilen 45. fırka ve Kafkas Cephesi’ne gönderilmekten vazgeçilip Irak’a görevlendirilen 51. Fırka’nın öncü birliği 17 Teşrin-i sani 1331 {30 Kasım 1915} günü Selman-ı Pak mevzi`sine yetişmiş diğer kısmı ise üç günlük mesafede bulunan Sarara’ya ulaşmıştı. 52. Fırka ise Musul’ a varmıştı. Bu yeni katılımlar ile Irak’taki Türk Ordusu’nun gücü; 20 000 tüfek, 19 makinalı tüfek, 400 kılıç ve 52 topa ulaşmıştı. Siperlerdeki tahkimatın güçlendirilmesi ile birlikte elde edilen Türk üstünlüğü sayesinde, İngilizlerin bu noktada yenileceği kana`ati hakim kılınmaya başlandı.[23]
“Irak Cephesi’nde gerçekleştirilen muhasaralanda, tahkimata en çok ehemmiyet veren yegane komutan Miralay Nureddin Bey’dir. Bu tahkimat, I. Kutü’l-Amare Muharebesi’nden çok daha önce teşkil edilmiş ve bu hususta “Tahkimat Komisyonu” kurulmuştur. Kutü’l-Amare’den Bağdat’a kadar her iki üç kilometre aralıklar ile tahkimatlar sıklaştırılmıştır.”[23]
İngiliz birlikleri 8 Teşrin-i sani 1331 {21 Kasım 1915} günü Türk birliklerine karşı genel bir taarruza geçti. Çarpışmalar iki gün sürdü. İngiliz birlikleri; 292 subay, 4.401 er, 10.000 esir ile yaklaşık 15 000 kayıp vererek bir haftada Kutü'l-Amare yönünde ric`at etmeğe başladı. Türk Birliklerinin kaybı 119 subay 5 901 erdir. Bu geri çekilişi ta`kib eden Türk birlikleri, Kut ‘a doğru ilerledi.[23]
Muharebe Sonrası
[değiştir | kaynağı değiştir]İkinci İngiliz taarruzu
[değiştir | kaynağı değiştir]İngiltere'nin 6. Tümeni'i 22 Teşrin-i sani 1331 {5 Aralık 1915} 'de Selman-ı Pak'taki Kasibiye üzerinde taarruza geçmeye çalışmış ancak büyük zayiat verdiğinden bu taarruzu sürdürememiştir. Burada, tahmin edemedikleri ve Townshend'in ilk defa gördüğü, “Nehrin iki kıyısında sekiz kilometreden fazla uzanan ve geçilmesi imkansız bataklıklara bağlanan, layıkıyla düzenlenmiş bir siper sistemiyle karşılaştılar. Nureddin Bey, sol cenahtan ihtiyat kuvvetlerini muharebeye sokup, 35. Fırka'yı Dicle Nehri’nin kuzeyine sevk ederek Mehmet Emin Komutasında genel taarrûz emri vermiştir. Bu taarrûzda Hint taburlarına komuta eden İngiliz zabitlerinin bir ikisinin dışında tamamı maktûl düştüğünden, komutayı kaybeden Hintliler başı boş vaziyette firar etmeye başlamışlardı. Townshend, birliği toplamaya çalışmış ise de piyade mevcudunun % 50’si olan 4.668 kişi {643 ölü, 3.300 yaralı, 594 kayıp, 131 zabit ölü} kaybettiğinden, bunu başaramamıştır.[24]
Türk birliklerinin İngilizleri takibi ve Kut'a ric'at
[değiştir | kaynağı değiştir]24 Teşrin-i sani 1331 {7 Aralık 1915} günü, Nureddin Bey’e İngiliz askerlerinin birinci savunma hattını çember içine aldıkları yönünde haber verilmesi üzerine, Türk birlikleri ikinci savunma hattına çekilmiş ancak [24] bunun doğru olmadığını o günün akşamında anlaşıldığından ertesi günü tekrar birinci mevzii de İngilizler ile karşı karşıya gelmiştir. Townshend, Nureddin Bey’in bu geri çekilip tekrar ileri hatta gelmesini, Türk birliklerinin yeni takviye aldıkları biçiminde değerlendirmesine sebep olmuş ve 25 Teşrin-ı sani 1331 {8 Aralık 1915} gününün akşamında geri çekilmeğe başlamıştır. 9 Aralık’ta İngilizlerin geri çekildiğini anlayan Nureddin Bey derhal İngiliz birliklerini takip etmeye başlamıştır. Bu son çarpışmalarda özellikle aşiretlerden yeni oluşturulan 45. Türk Fırkası’nın % 70’ı saf dışı kalmış Türk birliklerinden 9.500 kişi kayıp olmuştur. Bu kayıplardan İngilizlerin eline 1.300 kişi esir geçtiğinden, diğerleri bataklıklarda boğulmuş veya elbiselerini Dicle’ye atarak firar etmiştir.[24]
Türk birlikleri, geri çekilen Townshend’ın komutasındaki İngiliz askerlerini Kutü’l-Amare’ye sıkıştırdı. Bu yenilgi İngiltere’de ve Fransa’da büyük hayal kırıklığına sebep oldu. İtilaf devletlerince Çanakkale yenilgisinin bir misillemesi gibi görülen Irak savaşları, düşünülenin aksine tezahür etmesi, İtilaf devletlerinin daha fazla itibar kaybetmesine sebep oldu.
Townshend; Selman-ı Pak bozgunundan sonra “Ova, kit`attan geri çekilen yüzlerce insan ile doldu, ric`at başladı. Ric`atı ben vermediğim halde, Hint Ordusu’ndaki zabıtanın fazla zai`atı sebebiyle yaşandı. İnzibat kontrolü tamamıyla kayboldu. Ben ve General Nixon’ın zabıtanı dağılmayı önlemeğe çalıştı. Erkan-ı Harbiye Reisi bile kaçan efradı muharebeye sevk etmek için, aşağı yukarı koşuşturuyordu. Avrupa’da hiçbir asker bu kadar ki -Bu ifademin altını çiziyorum-müdafa`ada Türkler ile mükayese edilebilsin. Almanların müdafa`ada gayet iyi olduğu farz ediliyor. Fakat siperde bulunduğu zaman onlar, Türkler ile mükayese edilemezler. Buna verebileceğim bir misal Geliboludur. Orada bizim gemi ateşlerimiz ile birçok zayi`ata uğrayan kıt`at, eğer Alman olsaydı yerlerinde kalamazlar ve derhal Türkler ile tebdil edilirlerdi. Halbuki Türkler, bütün muharebe müddetince yerlerinde kaldılar. … Türk Ordusu’nun çiçeği olan Anadolu askeri dini telkinat olmaz ise muharebe yapmaz, vatanperverlikten bir şey anlamaz. Jön Türkler {bu hususta} daha sonra hatalarını anladılar. Bu muharebede esasat-ı diniyeyi nazar-ı dikkate aldılar ve muharebeyi öyle yaptılar.”[24]
Ordu düzeninin değiştirilmesi ve Goltz Paşa'nın iştiraki
[değiştir | kaynağı değiştir]Irak Cephesi’ndeki hararetin doruk noktaya ulaştığı bu günlerde Enver Paşa, Irak, İran ve bölgedeki diğer birliklerin tek komuta altında toplanmasını uygun bulup 6. Ordu Komutanlığı adıyla yeniden düzenledi. 6. Ordu Komutanlığı’na çok geniş yetkiler verilerek Alman Mareşali Colmar Von Der Goltz Paşa getirildi. Irak ve Havalisi Genel Komutanlığı, “Irak Cephesi Komutanlığı”na dönüştürüldü. Goltz Paşa, görevi devralmak için 6 Aralık 1915 günü Irak’a gitti.[25]
Goltz Paşa 12 Aralık 1915 günü Aziziye’de bulunan Türk birliklerinin karargahına gelerek ordunun komutasını devraldı. Bu güne kadar birliklere komuta eden Nureddin Bey’i de Kutü’l-Amare’yi kuşatan birliklerin komutanlığına görevlendirdi. Nureddin Bey, Selman-ı Pak Zaferi üzerine Gazeteci Madam Beret Golis ile yaptığı söyleşide; 6. Ordu Komutanlığı’na tayin edilmiş olan Mareşal Von Der Goltz’un emrine verilmesinin kırgınlığını belirterek İstanbul’a bu hissiyatını belirten bir telgraf gönderdiğini söylemiş “Irak Ordusu Goltz Paşa’nın ma`lûmat-ı askeriyesine muhtaç olmadığını isbat etmişse, ahalisi Müslüman olan ve cihad-ı mukaddes yaptığımızı ilan eylemiş bulunduğumuz Irak’a bir gayr-ı Müslim general göndermekteki ziddiyet de calib-i dikkattir.” demiştir.[25]
Selman-ı Pak Zaferi kazanıldığında, Goltz Paşa Halep’e daha yeni gelmiş Nureddin Bey, Goltz Paşa gelmeden İngilizler ile hesabı kapatma gayretine girmişti.[25]
İngilizler Selman-ı Pak’dan 130 km uzaktaki Kut’a kadar ric`at etmişlerdi. Nureddin Bey İngilizleri 7 Kanûn-i evvel 1331 {20 Aralık 1915} günü Kut’da da kuşatma altına almıştı. Nureddin Bey, Townshend’e bir mektup göndererek; “6. Hint Tümeni’nin teslim olmasını, Kut’a girmiş olan bu tümen sivil halkın hayatını tehlikeye atmaktadır. Bunun medeni savaş kurallarına uymadığını,” veya Kut’un sivil halkının boşaltılmasını istedi. Townshend, abartılı bir dille bu teklifi reddetti. Bunun üzerine Kut’a top ve süvari saldırısı başladı.[25]
Anlaşmazlıklar
[değiştir | kaynağı değiştir]Goltz Paşa, 12 Kanûn-i evvel 1331 {25 Aralık 1915} günü Nureddin Bey’in Aziziye’deki karargahına gelmiş Nureddin Bey’den “İngilizleri yalnızca muhasara altında tutmakla iktifa edilmesini ve kesinlikle taarruzdan kaçınılmasını, yalnızca süvarilerin Aliyyü’l-garbi cihetine setr kuvveti olarak sürmesini” bildirmişti. Goltz Paşa’nın bu emrini, Türk Milleti’nin faydasına yönelik olmadığını anlayan Nureddin Bey, Goltz Paşa’nın Irak’a gönderilmesinin tamamen Almanların Hindistan üzerine yürümek için Irak’ta gerekli ortamı sağlayıp hazırlık yapma yönünde olduğunu anlamıştı.[25]
Kut'ül Amare'ye doğru yardım harekâtları - Sağ Sahil Muharebesi
[değiştir | kaynağı değiştir]Goltz Paşa’nın İran’daki birlikleri teftiş etmek üzere Irak’tan ayrılmasını fırsat bilen Nureddin Bey, 24 Kanûn-i evvel 1331 {6 Ocak 1916} günü Kut’a taarruz yapmış ancak bu taarruzda muvaffak olamayıp 2 000 kişi kayıp vermiştir. Kanûn-i evvelin son günlerinde 18. Kolordu’nun Kut’u muhasara etmesini, 13. Kolordu’nun da Şeyh Said’de toplanan Townshend’in birliklerine saldırması emrini verdi. 51. Tümen Komutanı Halil (Kut) Bey, bu saldırı komutanlığının kendisine verilmesini beklerken Nureddin Bey’in bunu yapmaması onu kızdırdı. Zira Halil (Kut) Bey’in Enver Paşa’nın amcası olması hasebiyle orduda büyük bir ağırlığı bulunuyordu. Bu olaylar, Nureddin Bey’in Irak Cephesi’nden alınmasına sebep oldu.[26]
General Townshend’in tesbitine göre, Selman-ı Pak Muharebesi’nin birinci günü sonunda, General Houghton’un birliğinden geriye 700 kişi, General Delamain’in birliğinden geriye 1 000 kişi, General Hamilton’un Livasından geriye 800-900 kişi kalmıştır. Dört seyyar hastahanede 3.500 yaralı bulunmaktadır. İngilizlerin yalnızca 22 Teşrin-i sani {5 Aralık 1915} günü gerçekleşen çarpışmalarda 4.511 asker, 317 zabitten 130 zabit ölmüştür. Okusford Taburu’ndan 6, Norfolk ve Dorsak taburlarının her birinde 9 zabit, 110. Tabur’dan 1; 104. Tabur’dan 2; 66. Tabur, 117 Alay 7/2 Taburu’nun her birinden 4 İngiliz zabiti hayatta kalmıştır. 255 Hint Zabit’inden 144 kişi hayatta kalmıştır. En ağır zayiat 24., 104 ve 110. taburlar vermiş bu taburların zayiatı % 60 nisbetindedir.[26]
İngiliz Tahkikat Komisyonu
[değiştir | kaynağı değiştir]İngiltere, Çanakkale yenilgisinden dolayı kurduğu komisyona ilaveten ikinci bir komisyon da Selman-ı Pak yenilgisini araştırmak üzere kurdu. "Mezopotamya Komisyonu” adıyla kurulan bu komisyon, Selman-ı Pak hezimetinin sebebini araştırmıştır. Komisyon şu üyelerden kurulmuştur.[26]
- Lord George Hamilton, Başkan
- Kont Donoughmore
- Baron Hugh Cecil
- Baron Archibald Williamson
- J. Hodge
- JC Wedgwood
- Amiral Cyprian Biridge
- Sör Neville Gerald Lyttelton
İngiltere’nin Selman-ı Pak yenilgisi üzerine yapılan tahkikat raporunda kısaca şu ifadeler yer almaktadır.
“…Townshend, Selman-ı Pak’ta bulunan iki Türk Mevazi`-i Müstahkemesi’ne hücûm etmek için 21 Teşrin-i sani tarihinde ileri harekete ibtidar etti. Muharebeye ibtidar etmezden evvel sahne-i harbde kazandığı muzafferiyeti mağlûbiyete tebdil eden Türk kıt`at- ı mu`avenesinin vürûdundan haberdar edilmemişti. Muharebat-ı şedide ve mu`annidaneden {inatçı} sonra Townshend Teşrin-i sani’nin ikinci günü Birinci Türk Mevazi`-i Müstahkemesi’ni zapt ederek 1 300 esir aldı. Kuva-yı mezkûre, İkinci Türk Mevazi`-i Müstahkemesi’ne nüfûz ettiyse de henüz müvasalat etmiş olan Birinci Türk Kıt`at-ı mu`a`vinesinin mükabil hücûmlarına m`arûz kaldığı cihetle, Türklerden zabt etmiş olduğu Birinci Hatt-ı müdafa`a’ya ric`at etmek mecbûriyetinde kaldı. Zayi`atımız pek ağır ve müdhiş olmuştu. Townshend, Kutü’l-Amare’ye ric`at etmek mecbûriyetinde kaldı. Bu çarpışmalardan geri kalan kuvvetler ile Kanûn-ı sani’nin Onuncu günü Kutü’l-Amare’ye geldi."[27]
Townshend, İngiltere'de soylu bir ailenin mensubudur. Bu savaştaki suç Nixon'a yıkılmaya çalışılmış Townshend kurtarılmıştır.[27]
Kutü’l-Amare Kuşatması ve İngiliz Teslimi
[değiştir | kaynağı değiştir]Nureddin Bey, Goltz Paşa'nın Alman menfaatleri yönündeki tutumunu beğenmediği ve rahatsızlıklarını Enver Paşa'ya bildirdiği halde, bu cephede etkisiz hale getirilmeğe çalışıldı. Kendisinin pasifize edilmesine karşı çıktığı için 10 Ocak 1916 günü Irak ve Havalisi Genel Komutanlığı'ndan alınarak başka bir göreve ta`yin edilmesi için Bağdat'a gönderildi. Irak Cephesi Komutanlığı'na, Nureddin Bey'in komutası altında görev yapan Halil (Kut) Paşa 13 Ocak 1916 günü cephe komutanı ta`yin edildi. Halil Bey'i cephede güçlü kılmak için Kafkasya Cephesi'nde görev yapan Albay Ali İhsan (Sabis) Bey birliğiyle birlikte 30 Ocak 1916 tarihinde Irak Cephesi'ne gönderildi. Goltz Paşa, 19 Nisan 1916 günü Bağdat'ta tifüsten ölünce, 14 Mart 1916'da Mirliva rütbesine yükseltilen Halil Bey, 19 Nisan 1916 günü 6. Ordu Komutanlığı'na getirildi. Mirliva Halil (Kut) Bey, komutayı ele aldığında İngiliz birlikleri Dicle Nehri'nin oluşturduğu üç tarafı bataklıklar ile çevrili Kutü’l-Amare'ye sıkıştırılmış teslim şartlarını görüşme durumundaydı. İngiliz birliklerinin erzakı bittiği, para karşılığında {1 000 000 altın} kurtulma tekliflerinin reddedildiği ve çemberi yaracak gücünü Selman-ı Pak'ta yitirdiği için 29 Nisan 1916 günü teslim oldu. Kutü'l-Amare'de İngilizlerin büyük mağlûbiyetine nokta konarak Towsnhend'in de içinde olduğu 5 general, 481 subay, 7 000'i Hintli olmak üzere 13 300 er esir alındı. Bu hezimeti Lord Kitchener az gösterse de İngiltere yönetimi kabul etmiştir.[27]
Ali İhsan Paşa'ya iade-i itibar
[değiştir | kaynağı değiştir]Kutü’l-Amare Zaferi’nin kazanılmasında en büyük pay, Albay Nureddin ve onun bu cepheden uzaklaştırılmasından sonra da planlarını sürdüren, Kutü’l-Amare’de İngiliz birliklerini çember altında tutan 13. Kolordu Komutanı Albay Ali İhsan (Sabis) Bey’e aittir. İngiliz birlikleri Selman-ı Pak yenilgisinden sonra, Kutü’l-Amare’ye doğru çekilirken tekrar Türk birliklerine 9-10 Mart 1916 tarihlerinde taarruzlarda bulunan İngiliz birliklerini Sabis’te yenen Türk birliği de 13. Kolordu'dur.[27]
Savaşın Sonu ve Irak'ın Kaybı
[değiştir | kaynağı değiştir]Osmanlı Devleti’nin Kutü’l-Amare Zaferi’nden sonra, 13. Kolordu’nun Kafkas Cephesine gönderilmesiyle bu cephe zayıflatılmıştır. Bu boşluktan yararlanmayı bilen İngiltere, birliklerini takviye edip Bağdat’ı {11 Mart 1918} ele geçirip Irak’a hakim oldu. İngiltere, 29 Eylül 1918’de Bağdat’ın kuzeyindeki Ramadiye’yi, 6 Kasım 1918’de Teksit’i alarak bu cephedeki istilasını noktaladı. Bu gelişme, doğudan ilerleyen Rus birlikleriyle irtibat sağlanmasına sebep oldu. Halil Paşa, İngilizlerin Musul’a kadar ilerleyişinde 6. Ordu Komutanı’dır. Halil Paşa, 28 Haziran 1918 tarihinde Kafkasya Cephesi Şark Orduları Grubu Komutanlığı’na ta`yin edilince, Halil Paşa’dan boşalan 6. Ordu Komutanlığı’na 1 Eylül 1918’de Ali İhsan Paşa atandı. Bu günlerde savaş bitmek üzere ve sulh görüşmeleri yapılmaktaydı. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi hükmünce Musul boşaltıldı. Irak’ı terk etme faturası da Halil Paşa’ya değil Ali İhsan Paşa’ya kesildi.[28]
Popüler kültürdeki yeri
[değiştir | kaynağı değiştir]- Bu konu, 2018 yılında, Türkiye'de yayın hayatını sürdüren kamu kanalı TRT 1'de yayınlanan "Mehmetçik Kût'ül-Amare" adlı dizinin 2. sezonunun 20 ve 21. bölümünde işlenmiştir.[29]
Kaynakça
[değiştir | kaynağı değiştir]Dipnot
- ^ Peter Mansfield, The British Empire magazine, Time-Life Books, vol 75, p. 2078
- ^ N. Fahri Taş 102-103.
- ^ a b c d N. Fahri Taş 103.
- ^ N. Fahri Taş 103-104.
- ^ a b c d N. Fahri Taş 104.
- ^ N. Fahri Taş 104-105.
- ^ a b c N. Fahri Taş 105.
- ^ N. Fahri Taş 105-106.
- ^ a b c d N. Fahri Taş 106.
- ^ a b c d e N. Fahri Taş 107.
- ^ N. Fahri Taş 107-108.
- ^ a b c d N. Fahri Taş 108.
- ^ a b c d e N. Fahri Taş 109.
- ^ N. Fahri Taş 109-110.
- ^ a b c N. Fahri Taş 110.
- ^ a b c d e f N. Fahri Taş 111.
- ^ a b c d N. Fahri Taş 112.
- ^ N. Fahri Taş 112-113.
- ^ a b c d N. Fahri Taş 113.
- ^ a b c d e f N. Fahri Taş 114.
- ^ a b c d e f N. Fahri Taş 115.
- ^ a b c d e N. Fahri Taş 116.
- ^ a b c d e N. Fahri Taş 117.
- ^ a b c d N. Fahri Taş 118.
- ^ a b c d e N. Fahri Taş 119.
- ^ a b c N. Fahri Taş 120.
- ^ a b c d N. Fahri Taş 121.
- ^ N. Fahri Taş 122.
- ^ "Vikipedi Mehmetçik Kut'ul Amare". 19 Temmuz 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 22 Haziran 2022.
Alıntı
Taş, N. Fahri. (2018). SELMAN-I PAK MEYDAN MUHAREBESİ. Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 11(2), 101-125.